Bu günlerde sokak köpekleri sorununa çözüm getirmesi düşünülen bir yasa TBMM’de görüşülüyor. Ne var ki toplumumuzun ekserisinin hayvan haklarına aykırı olduğu gerekçesi ile bu yasa teklifine karşı çıktığı anlaşılmaktadır.
Karşılaşılan bir sorunun çözümlenmesinde tarihi müktesebatımızdan da yararlanmak gerekir. Osmanlı döneminde sokak hayvanı veya evcil hayvan ayrımı yapmadan bütün hayvanların haklarını koruyacak fiili uygulamalar söz konusu idi. Bu uygulamaların arkasında hayvanlara iyi bir yaşam ortamı sağlamak üzere kurulmuş olan çeşitli vakıflar yer almaktadır. Halkın kurduğu bu vakıflara devlet de gerekli desteği vermiştir. Örneklendirirsek: Top arabası çeken, mehteran takımında kös taşıyan hayvanlar yaşlandıklarında maaşa bağlanarak emekli edilmiş ve ölümlerine kadar bakımları sağlanmıştır. Yaralı ve hasta hayvanlar korunmuş, bunlar için bakım yerleri tesis edilmiştir. Ahmet Rasim’in bize hatırlattığı Bursa’daki“Gurebahane-i Laklakân” (leylek bakım evi) bunun ilginç bir örneğidir. Binaların dış cephelerine kondurulmuş olan kuş yuvaları da özellikle hatırlatmaya değer.
Toplumumuzu bu kıvama getiren etkenlerden biri de inancımızdır. İnancımız bize hayatın bu dünya ile sınırlı olmadığını, ölüm ötesi ebedi hayatta Allah’a, insanlara ve çevremize karşı görevlerimiz konusunda hesaba çekileceğimizi telkin eder. Her türlü hayvan şüphesiz içinde yaşadığımız çevrenin önemli unsurlarıdır.
Hayvanlara karşı takınılan bu insani tavır toplum içinde sokak hayvanlarını beslemeye yönelik “mancacılık” adı verilen bir esnaflık türünü ortaya çıkarmıştır. Sokak hayvanlarına yiyecek vermek isteyen kişiler buralara gelerek dilediği kadar para bırakır ve belirttikleri yiyeceklerin hayvanlara dağıtılmasını isterlerdi. Öte yandan mancacılar kışın kurt, çakal gibi vahşi hayvanların yiyecek bulmak için yerleşim yerlerine inmesini engellemek amacı ile onların yaşadıkları ortama et vb. yiyecekler bırakırlardı.
Binek ve yük hayvanlarının bakımına ayrı özen gösterilirdi. Atlar, köpekler, kediler, güvercinler el üstünde tutulur, devlet kontrolü altında korunurdu. Hatta bazı vasiyetnamelerde hayvanlar için bir pay bile bırakılırdı. Yük çeken hayvanlara güçlerinin üstünde yük yüklenmemesi ve hafta da bir gün izinli sayılıp binmek de dâhil olmak üzere çalıştırılmaması için kanun dahi koyulduğu görülmektedir. Sokak köpekleri için kulübeler, yiyecek ve su kapları bulunuyordu. Hasta ve sakat olanlar ise tedavi ediliyordu.
Vahşi olanlar da dâhil olmak üzere tüm hayvanların sorumluluğu insanların üzerindedir. Bu sorumluluğun gereği olarak hayvanlar doğal ortamlarında yaşatılmalı ve gözetimleri sağlanmalıdır. Tarihi köklerimizden gelen bu kültür damarını maalesef kuruttuk. Artık günümüz şartlarında görev belediyelerin sorumluluğundadır. Bu görevin hakkı ile yerine getirilebilmesi için belediyelerin çıkacak birkaç kanun maddesini uygulamak anlayışından öte bir teşkilatlanma içine girmesi gerekir. Bu bağlamda belediyeler kapsamında kültür tarihimizdeki uygulamalardaki benzer hizmetleri vermek üzere hayvanların her türlü takip, bakım ve tedavi merkezlerinin yer aldığı daimi özel bir birim kurulmalı, her bölgenin sokak hayvanları ile ilgilenen ekipleri bulunmalıdır.
Vakıf medeniyetimiz bize günümüzde böyle bir teşkilatlanmayı önermektedir.