Çıldır her ne kadar ilçe olsa dahi öncelikli olarak kapısını bacasını ve de kaz, tavuk, koyun kuzu, dana ve ineklerini koruyabilmek için illa ki her evin kapısında bir köpek beslenirdi..
Köpeklere karşı hissiyatım ve de dikkatimin kökeni ta o yıllara dayanır..
Kapımızın köpeği karabaş’ı çok severdim. Çünkü o beni hiç korkutmazdı..
Komşuların köpeklerinin hiç birisini sevmezdim. Çünkü kapılarının önünden geçen herkese hep havlarlardı ve hep korkutmaya çalışırlardı..
Tabi ki büyüdükçe öğrendim, o köpeklerin kapının önünden geçen herkese havlayıp korku salmak üzere özel yetiştirildiklerini..
Öyle ya sonuçta komşularda haklı;
Kapının önünden geçenin hırlısı var, hırsızı var..
Rahmetli Cemal dedem akşam saatlerinde bir şey aldırmak için çarşıya beni göndermeye yeltenince hep nazlanır hep mırın kırın ederdim. Epey bir müddet bu ayakla kaytardım ama kaytarma işi uzun sürünce, dedem “oğul sen niye gitmiyorsun çarşıya” diye sormuştu.
İşin doğrusunu söylemeye karar vererek “Ya dede komşunun beş altı tane köpeği var, akşam saatlerinde boşa salıyorlar ve kapılarının önünden geçerken hepsi birden hev hev diye havlayarak üstüme geliyorlar, bana saldırmaya çalışıyorlar” dedim..
Dedem güldü “gelsinler oğul, onlar fino köpeği, havlarlar ama saldıramazlar” dedi..
-Yok dede sadece havlamıyorlar, saldırmaya çalışıyorlar..
-Havlarlar, saldırır gibi yaparlar ama saldıramazlar..
-Ya saldırırlarsa dede?
-Onlar sana saldıracak gibi olurlarsa, sen de hemen yere eğil eline bir taş alıyor gibi yap hemen geri kaçarlar..
Dedemin dediğine pek inanmamıştım ama denemeye de karar vermiştim..
Daha sonraki günde beni çarşıya gönderdiklerinde hiç nazlanmadan “peki” dedim. Tam komşunun evinin önünden geçerken fino köpekleri her zaman olduğu gibi o incecik “hev hev” sesleri ile bana doğru gelmeye başladılar. Hemen yere eğilip elime birkaç tane taş alıp “hoşttt” diye bağırmamla birlikte, hepsi birden geri kaçmaya başladılar..
Onların kaçışını görünce pek keyiflenmiş ve kendimi biraz daha büyümüş ve güçlenmiş hissetmiştim..
Eve geldiğimde dedeme anlattım tüm bunları ve dedem de keyiflenmişti.
O an aklıma yukarki mahalleye arkadaşıma oynamaya gittiğimde kapılarının önündeki büyük köpek geldi ve “Dede Yaşarların evin önündeki büyük köpek de hav hav diye havlayarak hep korkutuyor beni, onu da taş ile korkutup kaçırtabilir miyim” diye sordum;
-Yok oğul onu ne taş ile korkutabilirsin ne de hoşt ile..
-Niye dede, o da köpek değil mi?
-Köpek ama fino köpeği değil, o kurt köpeği..
Dedem, daha çocuk olduğumdan dolayı tam anlatmadığı için o an tam anlayamamıştım, kurdun köpeğinin nasıl olabileceğini. Ve tabi yıllar sonra öğrenmiştim, yüzü ve cüssesi kurda benzeyen köpekler ile kurt kırması olan köpeklere “kurt köpeği” denildiğini..
İşte o tarihten beri sesler konusunda da uzmanlaşmıştım;
Zayıf ve cılız hev hev sesleri, toplu koro halinde de gelseler dahi hiç korkutup ürkütmedi beni..
Güçlü bir hav hav sesini duyduğum da ise dikkati elden bırakmadım hiç..
Meğersem mesele fino köpeği ile kurt köpeği arasındaki farkı bilmekteymiş..
Kapının önünde beş altı tane fino köpeği beslemek yerine, bir kurt köpeği bulundurmak daha yeğmiş..