Toplum yönetiminin temelinde yasama, yürütme ve yargı gibi üç temel kuvvet odağı vardır. Cumhuriyet rejiminde bu kuvvetlerden yargı, hukukun üstünlüğü gerçeğinden hareketle bağımsız konumdadır. Diğer iki kuvvet olan yasama ve yürütme kuvveti egemenliğin kayıtsız şartsız ait olduğu halkın elindedir. Eğer halk egemenlik yetkisini sadece meclisi oluşturmak üzere temsilcilerini seçmek ile sınırlandırırsa sonuç olarak yasama ve yürütme kuvvetini meclise devretmiş olur. Bu durumda meclis -yargı dışarıda kalmak üzere- kuvvetler birliği ilkesine göre çalışır.
CUMHURİYET REJİMİNDE KUVVETLER BİRLİĞİ VE KUVVETLER AYRILIĞI
Bu yönetim modelinde meclis devlet başkanı olarak cumhurbaşkanını seçer. Meclis de cumhuriyetin bu kuvvetler birliği modelinde devlet başkanlığına bir cumhurbaşkanı seçerek onun hükümeti kurmak için bir başbakan adayı belirlemesini sağlar. Başbakan adayının oluşturacağı hükümet meclisten güvenoyu alırsa yürütme kuvvetini kullanmaya başlar. Buna göre cumhurbaşkanı ilke olarak elinde bulundurduğu yürütme yetkisini belirlediği başbakana devretmiş olur. Ancak, başbakan ve hükümetin de icraya başlayabilmesi için meclisin güvenoyunu almak zorunda olması da gerçekte yürütme yetkisinin ne cumhurbaşkanına ne da başbakana değil, meclise ait olduğunu gösterir. Meclis bu yetkisini kontrollü olarak cumhurbaşkanına, dolayısı ile başbakana emanet etmiştir.
Halkın temsilcileri ile birlikte devlet başkanını da seçtiği yönetim modelinde ise yasama yetkisi meclisin olmakla birlikte yürütme yetkisi mecliste değil, cumhurbaşkanındadır. Çünkü halk başlangıçta iki ayrı seçimle iki kuvvet odağını meclisi ve cumhurbaşkanını/devlet başkanını belirlemektedir. İşte kuvvetler ayrılığı ilkesinin tam olarak uygulandığı yönetim biçimi budur. Bu gün ülkemizde uygulanmakta olan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi cumhuriyet rejiminin bu başkanlık modelini temsil etmektedir.
Bu münasebetle gündemdeki, cumhurbaşkanı seçilebilmek için şart olan asgari yüzde 50+1 oranının yüksek olduğu, bunu bir takım sakıncalar doğuracağı yönündeki söyleme de değinelim.
Demokratik bir yönetim modelinde cumhurbaşkanı seçilmek için şart olan asgari yüzde 50 artı 1 oranı adı üstünde gerekli en düşük orandır. Halkın yürütme yetkisini devrettiği böyle bir seçimde oran ne kadar yüksek olursa cumhurbaşkanının halkı temsil etme gücü o kadar yüksek olacaktır. Bu, çoğunluk rejimi olan demokrasinin temel gereklerindendir.
Yüzde 50 artı 1 oy oranının fazla olduğuna dair tartışmalara bu gerçekler ışığında cevap verecek olursak bu oy oranının fazla olması bir yana gerekli olan en az oy oranı olduğu ortaya çıkmaktadır. Mevcut oran sebebi ile gerçekten bir takım sıkıntıların baş göstermesi söz konusu ise bunların % 50 artı 1 oranını aşağıya çekerek değil, başka yöntemlerle gidermenin yolu aranmalıdır.
Öte yandan parlamenter sistemde hükümetin icra yetkisini alabilmesini için yapılan meclis güven oylamasında salt çoğunluğun yani meclis vekil sayısının yarısından bir fazla olumlu oyun istenmesi de konumuzu aydınlatıcı nitelikledir. Bunun anlamı halkın en az yüzde 50 artı 1’in hükümeti onayladığı öngörüsünün karşılığıdır. Şu halde halkın yürütme yetkisini cumhurbaşkanına devrettiği başkanlık seçiminde en az bu oranın yakalanması demokrasinin ve mantığın gereğidir.
Millet ittifakı, başkanlık modelinin tüm yetkileri tek kişide toplayan sakıncalı bir uygulama olduğu, bu sebeple de 2023 seçimleri ile tekrar kuvvetler ayrılığı ilkesine, parlamenter rejime dönülmesi gerektiği iddiasını söylemlerine hâkim kılmaktadır. Oysa değindiğimiz gibi parlamenter sistem kuvvetler ayrılığını değil kuvvetler birliğini temsil ediyor. Yani parlamenter sisteme dönmek talebi kuvveler birliği ilkesine dönmekten başka bir şey değildir.
Böylesine açık bir çelişki karşısında Cumhur ittifakının, adeta karşı iddiaları kabullenmiş gibi çekingen tavır sergilemek yerine, asıl kuvvetler ayrılığının cumhurbaşkanlığı sisteminde uygulanabildiğini fiili örnekleri ile ve yüksek sesle vurgulamalı ve bunu sık sık tekrarlamalıdır ki böylece ittifakların seçime aslında neyi savunarak gittiği netleşmiş olsun.